Bir göç avukatının hayatı, yeni müşterisi CIE'de (göçmen tutuklama merkezi) şüpheli bir şekilde ölü bulunduğunda köklü bir şekilde değişti. Bu titiz filmin merkezinde, toplumun hem legal hem de etik sınırlarını zorlayan bir trajedi yer alıyor. Kahramanımız, tüm hayatını insanların daha iyi bir yaşam arayışlarında yardımcı olmaya adamış olan bir göç avukatıdır. Ancak imkansızla yüz yüze geldiği, bu sefer gerçeklikle çarpıştığı an, yeni müşterisinin göçmen tutuklama merkezindeki hücresinde şüpheli bir durumda ölü bulunmasıdır. Bu trajik durum, avukatın hayatını beklenmedik bir şekilde altüst eder ve kendisini içinde bulduğu bu karmaşık durumla baş etmesi gerekmektedir. Film, göç ve adaletin karmaşık ilişkisini gözler önüne sererken, aynı zamanda toplumdaki farklılıkların ve adaletsizliklerin üzerine giderek düşündürmeye çalışıyor. İzleyiciyi, neyin doğru olduğuna dair kendi kararını vermek zorunda bırakan bu gerilim dolu hikaye, empati ve anlayışa dair güçlü bir çağrı yapar. Bu esnada, avukatın karakter gelişimi de merak uyandıran bir unsur oluyor. Kendisini yeni bir gerçeklikle yüzleşmeye zorlayan bu trajik olay, onun etik ve kişisel değerlerini sorgulamasına neden olur. Her durumun gri bir alana sahip olduğunu ve mutlak bir doğrunun olmadığını anlamaya başladıkça, kişisel ve mesleki kimliği arasında bir çatışma yaşar. Sonuç olarak, bu film izleyiciye, göç, adalet, etik ve insaniyet konularında ağır sorular soran bir deneyim sunar. Bu trajik hikaye, izleyicinin empati yeteneğini zorlar ve onları kendi değer yargılarını gözden geçirmeye teşvik eder. Aynı zamanda, karakterlerin karmaşık ve gerçekçi tasviri, izleyicinin iletileri daha derin bir seviyede anlamasını sağlar. Özellikle göç avukatının içinde bulunduğu trajik durum, karmaşık etik ve moral sorunlarıyla karşılaştırıldığında, izleyiciyi düşündürür ve onlara unutulmayacak bir sinema deneyimi sunar.