Bir hukuk öğrencisi, II. Dünya Savaşı sırasında teğmenlik görevine yükselir, esir düşer ve haksız yere cinayetle suçlanan siyahi bir savaş esirinin savunmasını üstlenmesi istenir. Hikaye, sıradan bir öğrencinin olağanüstü bir durum karşısında nasıl bir savunma hukuku uzmanına dönüştüğünü anlatıyor. Bu film, sadece bir savaş hikayesi anlatmıyor aslında; adalet, ırkçılık, insan hakları ve etik gibi evrensel değerlere de odaklanıyor. Savaşın brutalitesini, hukukun her koşulda nasıl en üstün değer olarak kalmayı başardığını gösteriyor. Göz altındaki bu siyahi savaş esiri, ne yazık ki toplum tarafından peşinen suçlu olarak görülüyor. Ancak genç teğmen, her türlü zorluğa ve önyargıya rağmen, tüm cesaretiyle adaletin peşinden gitmeyi sürdürüyor. Onun bu özverili mücadelesi, insanlığın en karanlık dönemlerinde bile hukukun nasıl bir ışık olabileceğini gösteriyor. Filmin en çarpıcı tarafı belki de, mevcut toplumsal normlara yapılan keskin eleştiri. Bu öykü, ayrımcılığın ve önyargıların acımasızlığına karşı, hukukun nesnel ve değişmez kuralının gücüne dikkat çekiyor. Teğmenin inanılmaz dönüşümü ve cesur savunması, izleyicinin adalet ve eşitlik üzerine düşünmesi için etkileyici bir platform sunuyor. Hayranlık uyandırıcı bir senaryo ve mükemmel bir hikaye anlatımı ile bu film, etik ve adaleti sorgulayan herkesin görmesi gereken bir başyapıt.