20. yüzyılın başında, şık bir Paris konsomatris evinde, zevk, acı, umut, rekabet ve en önemlisi esaretin hakim olduğu bir dünya bulunmaktadır. Bu mekanda, müşterileri için çeşitli zevkler sunan kadınlar, aslında birer köledir. Onlar, kimliklerini gizleyen ve her türlü arzuya cevap vermek zorunda olan bu kölelik düzeninde yaşayan kadınlardır.

Bu konsomatris evi, sadece ihtişamlı ve şaşaalı bir yer olarak görünse de, içindeki dünya oldukça karmaşıktır. Kadınlar arasında rekabetler ve kıskançlıklar yaşanırken, aynı zamanda umutlar ve hayaller de barındırılmaktadır. Her bir kadının, kendi hikayesi ve geçmişi vardır ve bu talihsiz kölelik düzeninden kurtulma umuduyla yaşarlar.

Ancak, bu dünya sadece zevk ve umut üzerine kurulu değildir. Kadınlar, her türlü fiziksel ve duygusal acıya maruz kalırken, kendilerini bu yaşam tarzına teslim etmek zorunda bırakılırlar. Onların bedenleri, müşterilerin arzularına hizmet etmek için kullanılırken, kendi arzuları ve özgürlükleri bir kenara itilmektedir.

Bu hikaye, bir yandan bir konsomatris evindeki karmaşık ilişkileri ve yaşamları anlatırken, diğer yandan insanların içindeki kölelik duygusunu irdelemektedir. Kadınların bu kölelik düzeninden kurtulma isteği, izleyiciye umut aşılamaktadır. Ancak, bu umudun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise merak konusudur.

Bir dönem hikayesi olan bu metin, insan doğasında var olan güç dengesini ve insanların birbirlerine olan bağımlılığını yansıtmaktadır. Aynı zamanda, cinsellik ve ihtiras gibi güçlü duyguların insanları nasıl esir alabileceğini de gözler önüne sermektedir.