Jin-hong, soğuk kalpli bir savcı ve ana karakterimiz olarak kamera karşımıza çıkıyor. Onun kâbusları, annesinin katilini yakalamakla geçiyor. Film, bu duruma odaklanarak başlıyor, fakat hikaye beklenmedik bir şekilde dalgalanıyor. Annesinin ölümünün ardından hayata geri döndüğü ve intikam almak için geri geldiği bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bu doğaüstü dönüş, aniden tüm gözleri Jin-hong'un üzerine çeviriyor ve savcımız hızla ana şüpheli haline geliyor. Jin-hong, karmaşık duygular ve şüpheler arasında debelenirken, sıradan bir savcıdan zan altında bir adam haline dönüşümünü görüyoruz. Bu beklenmeyen durum, karakterin duygu durumunu ve kendi içinde yaşadığı çatışmayı daha da karmaşıklaştırıyor. Film, gerçek, hayal ve doğaüstü arasındaki ince çizgiyi ustaca bulanıklaştırarak, seyirciyi sürekli şüphe içinde bırakıyor. Yönetmen, bu karmaşa ve belirsizlik ortamını yaratırken gerilimi de üst düzeye çıkarıyor. Seyirci, Jin-hong'un annesinin neden ve nasıl geri döndüğünü, Jin-hong'un bununla nasıl başa çıkmayı başaracağını ve en önemlisi annesinin gerçekten intikam mı aradığını, yoksa başka bir hikaye mi olduğunu merak ediyor. Bu merak ve şüphe, filmi izlerken bir gerilim hissi yaratıyor. Jin-hong'un annesinin ölümüne dair gerçeği ortaya çıkarma çabası seyirciyi ekrana kilitleyen unsurlar arasında. Sonuç olarak, klasik bir gerilim öyküsünün ötesinde, seyir zevki yüksek ve sıcak bir dram sunan bu film, annesinin rönesansı ve doğaüstü olanın gerçekliği arasında bocalayan bir adamın hikayesini anlatıyor. İzleyicilere, gerçeği bulma ve adalet arama konularında sorgulamalarını sağlayan, sürükleyici ve düşündürücü bir hikaye sunuyor.