19. yüzyılın sonlarında, Rus yüksek sosyete hayatına bir dalış yaparak, St. Petersburg'daki aristokrat Anna Karenina'nın hayatını tamamen değiştirecek bir ilişki yaşamasını konu alıyoruz. Bu nevi şahsına münhasır kadın karakterimiz, etrafındaki herkesin dikkatini çeken ve bir hayli yakışıklı olan Kont Alexei Vronsky ile bu nefes kesici aşka adım atıyor. Bu aşk hikayesi, dönemin toplumsal ve ahlaki kuralları tarafından kabul görmese bile, bu tutkulu ilişkiye kapılarını sonuna kadar açan Anna, bir yandan da etrafındaki herkesin yargılarıyla baş etmek zorunda kalıyor. Kendisini toplumunun değerleri ve kendi kalbinin çılgın atışları arasında sıkışmış bulan Anna Karenina'nın trajik hikayesi, cesur bir kadının kendi duygularınla mücadelesini ve yaşadığı toplum içerisindeki yerini sorgulamasını anlatıyor. Kont Vronsky ile yaşadığı ilişki sayesinde, Anna Karenina'nın içinde bulunduğu geleneksel toplumsal çerçeve sorgulanıyor. Aşkın, tutkunun ve özgürlüğün peşinden giderken toplumda dışlanma pahasına kendi kalbinin sesini dinleyen bir kadının hikayesi olan bu film, izleyicinin kalbinde derin izler bırakmayı başarıyor. Bu aşk hikayesi, yalnızca iki insanın değil, bir toplumun da değerleri ve normlarıyla yüzleşmesini sağlıyor. Tüm bunlar ışığında, Anna Karenina'nın hikayesi, sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda bir kadının kendini bulma, toplumunun sınırlarını zorlama ve bireysel özgürlüğünün peşinden gitme hikayesidir. Bu yüzden, Anna Karenina’nın Vronsky ile olan ilişkisi, izleyicinin gözlerini açarak toplumsal değerler ve kişisel özgürlüklerin ikilemini vurguluyor. Bu anlamda, 19. yüzyıla ait olan bu hikaye, bugün hala geçerliliğini koruyan evrensel bir aşk ve özgürlük mesajı taşıyor.